20 Ocak 2009 Salı

17 Ocak 2009 Cumartesi

Realize


To realize
The value of a sister
Ask someone
Who doesn't have one.

To realize
The value of ten years:
Ask a newly
Divorced couple.

To realize
The value of four years:
Ask a graduate.

To realize
The value of one year:
Ask a student who
Has failed a final exam.

To realize
The value of nine months:
Ask a mother who gave birth to a still born.

To realize
The value of one month:
Ask a mother
who has given birth to
A premature baby.

To realize
The value of one week:
Ask an editor of a weekly newspaper.

To realize
The value of one hour:
Ask the lovers who are waiting to Meet.

To realize
The value of one minute:
Ask a person
Who has missed the train, bus or plane.

To realize
The value of one-second:
Ask a person
Who has survived an accident...

To realize
The value of one millisecond:
As k the person who has won a silver medal in the Olympics

Time waits for no one.

Treasure every moment you have.
You will treasure it even more when

you can share it with someone special.

To realize the value of a friend:
Lose one.

The origin of this letter is unknown,
But it brings good luck to everyone who passes it on


*http://www.stumbleupon.com/toolbar/#topic=Beauty&url=http%253A%252F%252Fwww.indiaonrent.com%252Fview%252Fr%252Fread-these-beautiful-lines.html

16 Ocak 2009 Cuma

Sand Sculptures / Kum Heykeller





Tehlikeli Blogger

Belçika savunma bakanı Pieter De Crem’in Amerika ziyareti sırasında gittiği bir Belçika barında geçirdiği gece barda çalışan Nathalie Lubbe adlı blogcu tarafından yazılınca ortalık karıştı. Bar çalışanı Nathalie Lubbe kovuldu, bakan abuk subuk açıklamalar yaptı, Belçikalı blogcular yaşananlara kızgın.



Belçikalı blogcu Nathalie Lubbe Pieter pazartesi akşamı New York City’de bartender olarak çalıştığı bara gelen savunma bakanı De Crem’in çok sarhoş olduğunu ve kendisini rahatsız edici hareketlerde bulunduğunu yazdı. Nathalie Lubbe bir kaç gün sonra patronuna gelen bir telefon sonrasında işten çıkarıldı. Savunma Bakanı Pieter De Crem ise Nathalie’nin kovulmasıyla ilgisi olmadığını savundu.

Nathalie’nin yazısının önce bloglar daha sonrada ana akım medyaya sıçramasıyla ortaya çıkan olay sonunda bakan De Crem Belçika Parlamentosu’nda kendini savunmak zorunda kaldı. Bar sahibiyle yapılan telefon görüşmesini doğrulayan bakan konuşmada Nathalie’nin kovulmasıyla ilgili bir konuşma geçmediğini savundu. Savunmasında bloglamanın tehlikeli bir fenomen olduğunu söyleyen bakan Belçikalı blogcuları kızdırdı. When Everyone Is A Blogger, Nothing You Say Is Off The Record başlığıyla habere yer veren TechCrunch’ın bazı okurları ise Nathalie’nin müşteri gizliliğini hiçe saymasından ötürü böyle bir yaptırımla karşılaşmasının normal olduğunu savunuyor.


* http://www.blogkazani.com/departman/herkes-bunu-konusuyor

Travis Tritt / Helping Me Get Over You Lyrics



You ask who's lying in my bed
Is it really love we're making
My heart's hanging by a thread
She's the only reason it ain't breaking
Do you ever cross my mind
Darling fact is you still do
That's the reason she is here
Wiping your old memory clear
She's helping me get over you

Helping me get over you
One kiss at a time
'Cause all the pain that we've been through
Still weighs so heavy on my mind
Getting past the love we lost
That's a lonely bridge to cross
So I did what I had to do
I had to find somebody new
Who's helping me get over you

I know you'd never ask his name
But in your heart I know you wonder
I'm not much good at playing games
I'm just trying to keep from going under
There's no forever in his eyes
It's not the love that we once knew
Oh and it might be a sin
But tonight I've got a friend
Helping me get over you

Helping me get over you
One kiss at a time
'Cause all the pain that we've been through
Still weighs so heavy on my mind
Getting past the love we lost
That's a lonely bridge to cross
So I did what I had to do
I had to find somebody new
Who's helping me get over you

Oh I did the best that I could do
I had to find somebody new
To help me get over you

Delightful Turkish Coffee

Easy but excellent...



Strange Bus Stations / İlginç Otobüs Durakları

Delicious Turkish Foods


It is said that three major kinds of cuisine exist in the world; Turkish, Chinese, and French. Fully justifying its reputation, Turkish Cuisine is always a pleasant surprise for the visitor.

Let's start a kind of Turkish soup 'Yoghurt Soup'.

*Ingredients
Rice......... 1/3 cup
Water...... .4 cups
Salt.......... 2 teaspoons
Flour......... 3 tablespoons
Yogurt.......1 2/3 cups
Egg........... 1 ea.
Butter........4 tablespoons
Mint...........1 ½ tablespoons

Wash the rice and place in a saucepan together with water and salt and cook for about 30 minutes, until tender. Blend the flour into yogurt in a seperate dish, break in the egg, mix and warm the mixture by adding a couple of spoonfulls of the hot soup. Gradually add the yogurt mix to the saucepan, stirring continously and keep stirring until it comes to boil and then cook for 10 minutes. Melt butter or margarine in a pan, add mint, stir a couple of times and remove from heat and slowly sprinkle over the soup.



As everybody knows, we like meaty foods and they are our chief meal. If you love delicious and spicy meaty foods 'Shish Kebap' is gonna be your favorite Turkish food.

*Ingredients:
1 Kg. Lamb Meat (From Thigh Or Shoulder) Cut Into Small Pieces
4 Tomatoes
2 Green Peppers

Cut tomatoes into large chunks removing the inner soft part. Cut the green peppers in half, remove seeds and cut into smaller pieces. Skewer a piece of meat, tomato, and green pepper succesively. Cook on a barbecue, 3 to 4 minutes each side.

Bon Appetit

Türkiye'nin Karakutusu: Ergenekon


Haftalardır neredeyse tüm kanallarda en çok karşılaştığımız haber 'Ergenekon'. Siyasete karşı bir ilgim olmadığından televizyonda ne zaman bu konuyla ilgili bir habere rastlasam kanalı değiştirdim. Ama öyle bir duruma geldik ki artık görmezlikten gelemiyoruz. Peki Ergenekon olayı nedir?

‘2009 yılında gerçekleştirilecek darbe için zemin hazırlamaya çalışmakla’ suçlanan ve savcının hazırladığı iddianamede ‘Ergenekon Terör Örgütü’ olarak adlandırılan yapıya, Engin Bağbars’ın ifadeleri sonucu ulaşıldığı ileri sürülüyor. Peki, bu nasıl bir yapılanmaydı? Kim neyle suçlanıyordu? Operasyon nasıl başlamış ve sürmüştü? Kendilerine neden Ergenekon ismini vermişlerdi? İşte yeni başlayanlar için ‘Ergenekon olayı’.

Öncelikle milliyetçi çevreler, Türklüğün var oluş destanı Ergenekon’un böyle bir operasyonla gündeme gelmesinden rahatsız. Destanın adının, bu örgütle ilişkilendirilmesinin özellikle yapıldığına ilişkin iddialar bulunuyor. Ergenekon adının, bu örgütle nasıl yan yana geldiğini anlamak için resmi belgelere bakmakta fayda var.

Her şey 12 Haziran 2007’de, Ümraniye’deki bir evde 27 el bombası bulunmasıyla başladı. Bu kapsamda gözaltına alınanlardan biri, piyade komando astsubaylığından, paraşüt atlayışında diz kapağında oluşan sakatlık nedeniyle emekliye ayrılan Oktay Yıldırım’dı. Yıldırım’ın evinde ve çalıştığı işyerinde ele geçirilen belgelerden biri, ‘Lobi’ adını taşıyor. Üzerinde ‘çok gizli’ yazan bu dosyada, ‘Ergenekon’un ‘Lobi’ örgütlenmesinden söz ediliyordu. Bu yüzden Ümraniye operasyonundan sonra yürütülen soruşturmada gözaltına alınanlara, bu dosyadaki bilgilere dayanılarak, “Şu anda size gösterilen Ergenekon organizasyonu nedir, lideri kimdir, ast-üst ilişkileri, silahları, eğitimleri, eylemleri ve faaliyetleri hakkında detaylı bilgi veriniz. Bu dokümanda adı geçen şahıslar ve gruplarla ilişkilerinizi anlatınız” dendi. Buradan, Ergenekon adının ele geçirilen bu belgelere dayanılarak örgüt ismi olarak kullanıldığı anlaşılıyor.

22 Ocak 2008 günü sabaha karşı gözaltılar başladı; aralarında emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün de bulunduğu 33 kişi sorgulanmaya başlandı. ‘Ergenekon’ adı verilen operasyonda, altı ayrı ilde 24 farklı adrese eş zamanlı baskın yapıldı. Küçük’ün yanı sıra avukat Kemal Kerinçsiz, Fuat Turgut, gazeteci Güler Kömürcü, Türk Ortodoks Patrikhanesi Yöneticisi Sevgi Erenerol, Mersin’de silah üzerine ‘ölme-öldürme yemini’ ettiren emekli Albay Fikri Karadağ ile Susurluk skandalının kilit isimlerinden Sami Hoştan ve ‘Drej Ali’ lakaplı Ali Yasak’ın gözaltına alınması dikkat çekti.

Sonuç itibariyle ‘Ergenekon’ operasyonu, aslında 22 Ocak’ta başlamamıştı. Resmen 12 Haziran 2007’de Ümraniye’de bir gecekonduda ele geçirilen 27 el bombası soruşturmasının devamı niteliğindeydi. Ama gayri resmi olarak, Engin Bağbars’ın 2006’da verdiği ifadeden bu yana soruşturma gizlice sürdürülüyordu.
Konuya ilişkin yöneltilen bir soruya Başbakan Tayyip Erdoğan, “Devlet çalışıyor arkadaşlar” cevabını verirken; İçişleri Bakanı Beşir Atalay, “Gelişmeleri takip ediyoruz. Her şey savcılığın kontrolü altında” dedi. Operasyonla ilgili ilk resmi açıklama ise İstanbul Valisi Muammer Güler’den geldi. Güler, operasyonun İstanbul’un dışındaki illeri de kapsadığını belirtirken; savcı, göz altıların Ümraniye soruşturmasıyla ilgili olduğunu açıkladı.

Üç günlük gözaltı süresinin sonunda, 26 ve 27 Ocak’ta; emekli Tuğgeneral Veli Küçük, Kuvvayi Milliye Derneği Genel Başkanı Fikri Karadağ, Susurluk Davası hükümlüsü Sami Hoştan, gazeteci Güler Kömürcü, Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın ve Halkla İlişkiler Sorumlusu Sevgi Erenerol ve Büyük Hukukçular Birliği Başkanı Avukat Kemal Kerinçsiz’in de aralarında bulunduğu dokuz kişi tutuklama istemiyle nöbetçi mahkemeye sevk edildi. Nöbetçi hakime ifade veren Güler Kömürcü serbest kalırken, diğerleri tutuklandı.

“Ordu el koyacaktı”

Ergenekon örgütü, savcılık tarafından ‘2009'da yapılacak darbeye zemin hazırlamak’la suçlandı. Hatta bu amaçla, PKK ve DHKP-C terör örgütlerini tetikçi olarak kullanacaktı. Yani bir tarafta milliyetçi, Atatürk ilkelerini tam anlamıyla hayata geçireceklerini ileri süren Ergenekon, ülkeyi bölme hedefindeki teröristlerle işbirliğine giriyordu. Ayrıca 2009 tarihi de önemliydi. Hedef olarak neden bu tarih konulmuştu? Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın görev süresinin Ağustos 2008’de dolacağı ve yerine Orgeneral İlker Başbuğ’un geçeceğine dikkat çekiliyor.

Taraf gazetesinde Neşe Düzel’e ‘2009 darbesi’ni yorumlayan gazeteci Murat Belge, “2009’da planlanan darbe, 12 Eylül’den beter olacaktı” görüşünü savundu: “O darbe planında kıyamet gibi kan akacaktı. Linçler yaşanacaktı. Dört beş gün sonra ordu kardeş kavgasına son vermek üzere gelip bu kanı durduracaktı. Ama ordu, bu saldırıları durduruncaya kadar, istenmeyen unsurlar zaten temizlenmiş olacaktı.”

Bu arada operasyonun perde arkasında Fethullah Gülen Cemaati’nin de adı geçti. Konuya ilişkin İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, “Eşref Bitlis’i, ABD güdümlü gladionun katlettiğini açıklayan general tutuklandı. Operasyon merkezine Fethullahçı polis şefleri oturtuldu” açıklamasında bulundu.


* http://www.hurriyet.com.tr/gundem/8514238.asp?m=1

Açtırma Kutuyu, Söyletme Kötüyü


Prometheus'un kurnazlıkla çalarak insanlara verdiği akıl onları şımartınca Zeus o zamana kadar yalnız erkeklerden ibaret olan insan topluluğuna ceza vermek istedi ve onlara kadını gönderdi. Zeus, oldukça başarılı bir usta olan oğlu Hephaistos'tan kadını yaratmasını istedi. Hephaistos babasının isteği üzerine çamuru su ile yoğurdu ve görenleri şaşırtacak güzellikte bir kadın vücudu yarattı.
Olympos'ta oturan tanrıçaların en güzeli olan ve kendi karısı olan Aphrodite'in vücudunu model olarak kullanmıştı. Heykel bitince onun kalbine ruh yerine bir kıvılcım koydu. O zaman heykelin gözleri açıldı. Kolları bacakları kıpırdamaya ve dudakları konuşmaya başladı. Onu süslemek için bütün tanrılar ve tanrıçalar yardım ettiler. Herkes kendisinden ona bir şey armağan etti ve ona Rumca "Bütün armağanlar" anlamına gelen Pandora adını taktılar. Athena ona güzel bir kemer, süslü elbiseler verdi. Letafet perileri Kharites beyaz göğsüne parlak altın gerdanlık taktılar. Aphrodite başına güzellikler saçtı. Güzel saçlı Horalar ilkbahar çiçekleriyle onu süslediler. Hermes Pandora'nın kalbine, hıyanet ve aldatıcı sözler yerleştirdi. Zeus da ona esrarlı bir kutu armağan etti ve ona dedi ki; "Sakın verdiğim kutuyu açma, içindeki iyi şeyler uzaklara kaçar ve onların yerine fenalıklar gelir, seni rahatsız ederler. Bu kutuyu iyi sakla bütün insanların saadeti ve felaketi bu kutunun açılıp açılmamasına bağlıdır." Böyle dedikten sonra baş tanrı ilk kadını yeryüzüne indirdi ve Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a gelin olarak gönderdi. Prometheus kardeşine Zeus'dan hiç bir şekilde hediye kabul etmemesini tembih ettiği halde Pandora'nın güzelliğine hayran kalan Epimetheus öğüdü tutmadı ve onunla evlendi.

Pandora da tıpkı tüm kadınlar gibi doğuştan meraklı olduğundan dünyaya gelir gelmez kutunun içinde ne olabileceğini düşünmeye başladı ve Zeus'un uyarısını unutarak kutuyu açtı. Kutunun içindeki hastalık, keder, ızdırap, yalan, riya gibi insanları rahatsız edecek ve onları felakete sürükleyecek ne kadar kötülük varsa hepsi açılan kutudan kuşlar gibi uçuştular. Pandora hatasını anlayarak biraz sonra kutuyu kapadı ancak kutuya kapatılan kötülüklerin arasında, insanları yaşatacak, teselli edecek "ümit" de vardı. Fakat ümit dışarı çıkamamış kutuda kalmıştı... Böylece Zeus, ilk kadını beraberinde kötülüklerle dolu bir kutuyla yeryüzüne yollayarak insanlardan intikam almıştı.


* http://www.ido-forum.org/uzay-mitoloji-bolumu/200158-kadinin-yaratilmasi-pandoranin-kutusu.html

15 Ocak 2009 Perşembe

Reklamlaaaarrr





Heath Ledger


22 Ocak 2008'demaramızdan ayrılan, Avustralyalı aktör Heath Ledger, The Dark Knight filmindeki The Joker rolüyle, 66. Altın Küre Ödülleri'nde "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" ödülünü kazandı. Ödülü onun adına, filmin yönetmeni Christopher Nolan aldı.

14 Ocak 2009 Çarşamba

Blograzzi 3. süüü :) Yehhuuuu :)


Blogumu açalı henüz 1 hafta olmuşken ''blograzzi'' sitesinde günün popüler blog sıralamasında 3. sıradayım. Bu sürpriz durumla gün boyunca sırıtıp durmamı sağlayan arkadaşlara teşekkür ederiiiiiiiiimm :)

Savaşın Çocukları



Bahar gelmişti
Ama çiçek açmamıştı
Geceydi, karaydı
Yıldızlar yerinden kaydı
Yer yerinden oynadı
Zaten hava karaydı
Evimiz koca bir saraydı
İki odaydı
Hava soğuktu
Kardeşlerimin hepsi uykuluydu
Gökten bomba yağdı
Yıldızlar göğe kaydı
Annem babam yanımdaydı
Kardeşlerimin hepsi uykudaydı
Ortalığı toz duman aldı
Çığlıklar uzaktan duyuldu
Gökten ölüm yağıyordu
Birden herkes sustu
Açlıktan nefesler koktu
Analar kesildi sütten
Bebeler, dedeler hep öldü
Birileri kıs kıs güldü.

Belki bir rûya belkide düş tü
Annem yanıma düştü
Babamı bulduğumda tekti
Korkunç bir felaketti
Herkes sığınakta birikti
Analar ağlak, çocuklar ürkekti
Birden tavan çöktü
Herkes öldü
Birileri kıs kıs güldü

Elim yüzüm kum oldu
Bizim evde hep akşam oldu
Güzel günümüz zaten yoktu
Çocuklar savaştan korktu.
Birileri kahkahalarla güldü...


Abdullah Karaduman

Hamburgere Arkadaşını Satanlar


Burger King'in Facebook'ta başlattığı "Whopper Sacrifice" (Whopper'a Kurban) adlı kampanya tartışma yarattı. Kampanyaya, Facebook profiline "Whopper Sacrifice" uygulaması yüklenerek katılınıyor. Bu uygulama üzerinden listesine 10 adet arkadaşını silene, Amerika'da piyasa değeri 3.69 dolar olan bir adet Whopper'ı bedava almalarını sağlayan bir kupon yollanıyor. Silinen 10 kişiye de, bir hamburgerin 36.9 sentlik bir parçası karşılığında bir arkadaşlarının listesinden çıkarıldıklarını belirten bir e-posta yollanıyor. Burger King yöneticileri de, kampanyanın arkadaş silmenin "kibarca bir yolu" olduğunu belirtseler de ciddi eleştiri aldılar.


*http://yenisafak.com.tr/Aktuel/?t=14.01.2009&i=162595

Neandertal İnsanı


''Öteki'' insanlar nasıl yaşadılar ve neden yok oldular?

Mart 1994'te, kuzey İspanya'da geniş bir mağara sistemini araştırmakta olan birkaç mağaracı, ışıklarını küçük bir yan galeriye doğrulttuğunda, kumlu topraktan fırlamış iki çene kemiği fark ettiler. El Sidrón adlı bu mağara, Asturias bölgesinde, Biskay Körfezi'nin hemen güneyinde, kestane ve meşe ağaçlarının bulunduğu yüksek bir arazideki ormanın ortasında yer alıyordu. Çene kemiklerinin, Cumhuriyetçi partizanların bu mağarayı Franco'nun askerlerinden gizlenmek için kullandığı İspanya İç Savaşı'na dek uzanıyor olabileceğinden kuşkulanan mağaracılar, jandarmaya haber verdi. Ama müfettişler galeriyi incelediklerinde bundan daha büyük -ve daha sonra anlaşıldığına göre daha da eski- bir trajedinin kalıntılarını keşfedecekti.

Birkaç gün içinde yetkililer 140 kadar kemiği kazıp çıkarmış ve yerel bir yargıç, kalıntıların Madrid'teki adli patoloji enstitüsüne gönderilmesini istemişti. Uzmanların -hemen hemen altı yıl süren- analizleri sona erdiğinde, İspanya, ülkenin henüz kapanmamış en eski davası ile karşı karşıyaydı. El Sidrón'daki kemikler Cumhuriyetçi askerlerin değil, yaklaşık 43 bin yıl önce, belki de vahşi bir şekilde ölmüş, bir grup Neandertalin fosilleşmiş kalıntılarıydı. Bulundukları bu yer, onları tarihöncesinin en önemli coğrafi kavşaklarından birine, tarihlendikleri dönem ise insan evriminin en uzun süreli gizemlerinden birinin tam ortasına yerleştiriyordu.

En yakın tarihöncesi akrabalarımız olan Neandertaller, Avrasya'ya yaklaşık 200 bin yıl boyunca egemen oldu. Bu süreçte, genişliği ve uzunluğuyla ünlü burunlarını Avrupa'nın hemen her köşesine ve hatta daha da ötelere -güneyde Akdeniz boyunca Cebelitarık Boğazı'ndan Yunanistan ve Irak'a; kuzeyde Rusya'ya; batıda İngiltere'ye ve doğuda neredeyse Moğolistan'a kadar- uzattılar.

Uzmanlar Neandertallerin Batı Avrupa'da nüfuslarının en yüksek olduğu dönemde dahi toplam sayılarının hiçbir zaman 15 bini aşmadığını tahmin ediyor. Ama yine de, soğuyan iklim yaşadıkları bölgeyi bugünün İskandinavya'sı gibi bir yere -sadece birkaç cılız ağacın ve yalnızca rengeyiklerini mutlu edebilecek kadar likenin bulunduğu donmuş, çorak bir tundraya- dönüştürmesine karşın ayakta kalmayı başardılar.

Anlaşılan o ki, El Sidrón trajedisinin yaşandığı günlerde, kötüleşen iklim koşulları nedeniyle yaşadıkları alan, İber Yarımadası, orta Avrupa'nın bazı bölümleri ve Akdeniz'in güney şeridi ile sınırlanan ve anatomik açıdan modern insanların Afrika'dan gelip Ortadoğu ve ötesine batı yönünde ilerlemesi ile daha da sıkışan Neandertaller, hayatta kalmak için kaçıştaydı. Ve izleyen yaklaşık 15 bin yıl içinde, geride birkaç kemik ve çok sayıda soru bırakarak, tamamen ortadan kayboldular. Onlar bizim gibi akıllı ve hayatta kalmak için diretmiş bir türün temsilcileri miydiler yoksa sonlarını, zihinsel kapasitelerinin düşük olması mı getirmişti? Neandertallerin Avrasya'nın bazı bölümlerini Afrika'dan göç eden modern insanla paylaştıkları dönemde -yaklaşık 45 bin ila 30 bin yıl önce- neler oldu? Neden bir insan türü hayatta kaldı da, diğeri yok oldu?


* http://www.nationalgeographic.com.tr/ngm/0810/konu.aspx?Konu=1

Tarihin En Büyük 10 Komplo Teorisi



1- AIDS virüsü, 1974 yılında genetik mühendisler tarafından yaratıldı. Afrika'da başarılı bir deneyde katil vir virüsle yaratıldığına inanılan AIDS'in CIA ve KGB tarafından dünyanın nüfusunu azaltmak için yapıldığına inanılıyor.

2- Müslüman dünyasında popüler bir teori olarak başgösteren bir inanış Tsunami'nin Hintliler tarafından nükleer deneyle, Asya'nın Müslüman ağırlıklı nüfusunun yok edilmek istendiği de kuvvetli bir inanış.

3- 1977 yılında hayatını kaybeden Elvis Presley'in birçok hayranı onun ölümünün uydurma bir haberden ibaret olduğuna inanıyor. Presley'in hayranları, O'nun gerçek ölümünün 1990'lı yılların ortasında olduğuna inancını taşıyor.

4- Şüphesiz Prenses Diana'nın ölümü de, komplo teorilerinin vazgeçilmezlerinden. Lady Di'nin, Dodi El Fayet'le ilişkisinin İngiltere'deki kraliyet ailesine tehdit oluşturduğu savından yola çıkan sevenleri onun İngiliz gizli servisi MI6 tarafından öldürüldüğüne inanıyor.



5- Yaygın bir şehir efsanesi Paul McCartney'in 1966 yılında bir trafik kazasında öldüğünü söylüyor. İddialara göre, Beatles'ın sekteye uğramaması için de bu ölüm gizlendi ve yerine bir başkası kullanıldı.

6- Bazı iklim bilimcileri, küresel ısınmanın komplo olduğuna ve yüksek vergiler getirebilmek için dünya nüfusunu yumuşatmak için çıkartılmış olduğuna inanıyor.

7- Komplo teorisyenleri dünyayı büyük bir savaşa sürükleyen Pearl Harbour baskınının ABD Başkanı Roosevelt tarafından daha önceden bilinmesine karşın saklandığını düşünüyor. ABD'nin savaşa girmesine karşı olan Avrupalıların, ABD'ye ihtiyaç duyması için de saldırının bilinmesine rağmen önlem alınmadığına inanıyor.



8- Dan Brown'un Da Vinci Şifresi eserinden sonra ortaya çıkan bir görüşe göre, İsa, Mary Magdalena ile evlendi ve bir çocuk sahibi oldu. Fransa'ya göç ettiği düşülülen İsa'nın Sion manastırında yaşadığına inanılıyor.

9- 11 Eylül 2001 yılında tüm dünyada dengeleri değiştiren İkiz Kuleler saldırısının ABD'nin sorumluluğu olduğuna inananların sayısı oldukça fazla. ABD hükümetinin saldırıdan daha önce haberdar olduğunu düşünen komplo teorisyenleri, Ortadoğu'da savaşların başlatılabilmesi için hiçbir önlem alınmadığına inanıyor. Birçok tanığın, uçakların İkiz Kuleler'e çarpmadan önce patlama sesleri duyduğunu söylemeleri, bu teoriyi birçok kişi için doğrular nitelikte.

10- İngiltere Başbakanı Harold Wilson'un Sovyetler Birliği ajanı olduğu söylentisi de komplo teorisyenlerinin vazgeçilmezlerinden. İngiliz ordusunun kendisine karşı bir darbe yapmak istediği ve Sterlin'in O'nun döneminde devalüasyona uğraması KGB ajanlığının bir göstergesi olduğunu düşünenler için bir veri.

* http://www.guncel.net/gundem/yasam/2008/11/21/tarihin-en-buyuk-10-komplo-teorisi.htm

Google Aramaları Çevreyi Kirletiyor Mu?

Yapılan bir araştırmaya göre, Google’da yapılan tek bir aramanın 7 gram karbondioksit salınımına yol açtığı iddia edildi.

Harvard Üniversite’nde Fizikçi Alex Wissner-Gross liderliğindeki ekip tarafından gerçekleştirilen araştırmaya göre her bir arama için 7 gram karbondioksit üretiliyor. Eğer bu arama için kullanıcının bilgisayarı kapalıysa ve açması gerekiyorsa (yani arama çalışan bir bilgisayarda yapılmadıysa) bu rakam 10 grama çıkıyor.

Öte yandan konuyla ilgili açıklama yapan Google’ın Operasyondan Sorumlu Kıdemli Başkan Yardımcısı Urs Hölzle, bir otomobilin ürettiği sera gazı seviyesinin binlerce Google aramasına eşit miktarda olduğunu belirtti. Hölzle’e göre her bir Google araması 0.2 gram karbondioksit gazı üretiyor.



* http://www.samanyoluhaber.com/haber-133654.html

Ait Olamamak

Hiç bir yere ait olamamak kadar depresif bir duygu yoktur. Ne üzerinde uyuduğun yatak senindir ne de seviyorum deyip sarıldığın sevgili. Sabahları uyandığında gözlerini her açışında ait olduğun yerde uyanamamanın hayalkırıklığını yaşarsın ama aslında nereye ait oldugunu da bilmezsin. Bu gerceği bile bile ne bir şeyi sahiplenebilirsin ne de bir başkasının seni sahiplenmesıne tepkisiz kalabilirsin. En eğlendiğin -ya da öyle sandığın- mekanlardan belki de ışık hızıyla sessiz odana ışınlanmak istersin ve en sevdiklerinden köşe bucak kaçarsın. Kendine yakın bulduğun tek insan tipi senin gibi nereye ait olduğunu bilmeyen, görünüşte bir çok şeye sahip olan ama aslında kendi ruhuna bile sahip olamayan insanlardır.Yalnızlığı tercih edip kuytu köşelerde huzuru arasan da nereye gidersen git kendi karanlıklarını da beraberinde götürürsün..

13 Ocak 2009 Salı

Hayale Dönüşen Gerçeğim : Australia


' Hayal etmek başarmanın yarısıdır' derler.. Onu tamamıyla başarmak az insana nasip olur. Geri kalan çoğunluksa hayali gerçeğe dönüştürememenin verdiği eksiklikle yaşar gider. Ben hangi tarafta mıyım? Hayalini gerçekleştirip, o gerçekle mutlu olup, sonra da günlerce yaşanan gerçeği bir hayalmiş, hiç yaşanmamış gibi hatırlayanlardan..

Uçak biletini elime aldığımda bana dünyayı verseler bu kadar mutlu olamazdım sanırım. Öyle heyecanlıydım ki uçakta 21, Dubai'de havaalanında 9 saat -bütün bir gece cübbeli adamlarla neredeyse yanyana uyuyarak- geçen 30 saat bile beni yıldırmayı başaramamıştı. 2 günde evimdeymişim gibi hissetmiş, trafikte kimin Koreli olup olmadığını bile kestirebilir duruma gelmiştim (orada nüfusun büyük bir bölümünü Koreliler oluşturur).Nasıl bir hasretse bendeki o kış günü buz gibi okyanusta sanki yazın ortasındaymışım gibi yüzmüştüm. Geçen hatrı sayılır bir zamandan sonra geri dönmenin düşüncesi bile beni bütün gece uyanık tutmaya yeterdi. Bu cümleden sonra geri dönmeme 1 hafta kala ne durumda olduğumu anlatmaya kelimeler yeterli gelir mi? O da tartışılır. Uzun bir süredir ordan ayrıyım ama hala gökyüzüne bakmak istemiyorum. Çünkü ordaki gökyüzünü bile özlüyorum ...



Bu yüzdendir ki geçen hafta filmin afişini gördüğüm an kan dolaşımım hızlandı. Sen yıllarca hayal kur, hayalin sahibi olduğu ülkeye git, uzun bir süreni orda geçir, sonra ağlamaktan gözlerin şişmiş bir şekilde ülkene dön, etkisini hala üzerinden atamadan o ülkenin isminde bir film çekilsin...' AUSTRALIA' :(((



Filmin gösterim gününe kadar geri sayım yaptım. Nihayet elimde patlamış mısırım salona girdiğimde acayip bir şekilde hayalkırıklığına uğradım. Filmi izlemek için gelenler -gnctrkcell kampanyasını da unutmayalım- sadece film izlemek için gelmişti ve kimse benim yaşadığım o duygu yoğunluğunu, o hasreti yaşamayacaktı. Filmin ilk 15 dakikasında sürü halinde zıplayan kanguruları gördüğümde salonda sadece benim ağlamam da bunun en büyük kanıtı olmalı sanırım :)( Her sahnesinin sanki yağlı boya tablosuymuş izlenimi veren 'Australia'yı boğazım düğüm düğüm olmuş bir şekilde izledim kısacası. Yaklaşık 3 saat sonra film bitip ışıklar yandığında kendime bir kez daha söz verdim. Yine gideceğim, yine gideceğim.. Hey dude :)

2008 Yılında En Çok Tıklanan 25 Film


  1. The Dark Knight (2008)
  2. Twilight (2008)
  3. Harry Potter and the Half-Blood Prince (2009)
  4. TR2N (2011)
  5. The Expendables (2010)
  6. Iron Man (2008)
  7. Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull (2008)
  8. No Country for Old Men (2007)
  9. Juno (2007)
  10. Transformers (2007)
  11. The Incredible Hulk (2008)
  12. There Will Be Blood (2007)
  13. Sex and the City (2008)
  14. Into the Wild (2007)
  15. Superbad (2008)
  16. Cloverfield (2008)
  17. Terminator Salvation (2009)
  18. Wanted (2008)
  19. Dragonball (2009)
  20. Quantum of Solace (2008)
  21. The Departed (2006)
  22. Star Trek (2009)
  23. The Godfather (1972)
  24. Transformers: Revenge of the Fallen (2009)
  25. The Shawshank Redemption (1994)


Daha İyi Bİr Blog ?


1. Dikkat çekici başlıklar kullanın

Aslında bu konu biraz tartışmalı. Kimileri dikkat çekici başlıkların okur kazanmada daha başarılı olduklarını savunurken, kimileri de içerik hakkında bilgi veren başlıkların daha başarılı olduklarını söylüyorlar. İlk gruptakiler kısa, anahtar kelimeler içeren, magazin gazetelerindekilere benzer başlıkların insanların dikkatini daha fazla çektiğini savunurken, ikinci gruptakiler ise bu tip başlıkların arama motorlarındaki sonuçlar arasında daha geride kalacaklarını ve aynı zamanda feed dosyasına da yansıyan bu başlıkların aslında ters tepeceğini düşünüyorlar. Karar sizin, ben her ikisini de zaman zaman kullanıyorum.

2. Özgün olun
Birbirine benzer milyonlarca blog içerisinden sıyrılarak belirli bir okur kitlesine sahip olmak istiyorsanız özgün olmanız şart. Özgün olma şartı sadece içerik için değil aynı zamanda tasarımınız için de geçerli. Sıradan kalabalık içerisinden ancak bu şekilde sıyrılabilirsiniz.

3. Mutlaka kaynak gösterin
Asla çalıntı içerikle yola çıkmayın! Mutlaka yararlandığınız kaynakları belirtin. Bu size okur kaybettirmeyeceği gibi, saygınlık kazandırır.

4. Gönderinizi yayınlamadan önce düşünün
Blog yazmak bir yarış değildir. Blog’unuzu hazırlarken, güncel ve hızla iletilmesi gereken konular dışında, asla iyice araştırma yapmadan ve düşünmeden yayın yapmayın. Eğer bir yazı dizisi düşünüyorsanız önce kategorilerinizi hazırlayın, daha sonra kategorinizin alt başlıklarının neler olabileceğini düşünün ve başlıkların altında yeterli içeriğe ulaştığınız düşündüğünüzde yayınlamaya geçin.

5. İçeriğinizi dağıtmayın
Blog’unuza başlarken nasıl bir blog hazırlamayı düşündüyseniz öyle devam edin. Gönderdiğiniz içeriğin ana temadan sapmasına izin vermeyin.

6. Bağlantı verin
Eğer ilginç bir şeye rastladıysanız ve blog içeriğiniz dahilinde insanların ilgisini çekebileceğini düşünüyorsanız ona bağlantı verin, insanları Google’da arayıp bulmaya zorlamayın. Zaten blog dediğimiz şey de bundan ibaret değil mi aslında?

7. Konuşma dili kullanın
Bu da tartışmalı bir konu. Kimileri konuşma dili yerine daha resmi bir dil ile başarılı bir grafik yakalanabileceğini savunurken, kimileri de konuşma dili kullanılarak daha samimi ve kolay okunur bir blog hazırlanabileceğini, dolayısı ile de daha iyi bir trafik yakalanabileceğini savunuyorlar. Buradaki tercihiniz biraz da sunduğunuz içerikle ilgili olmalı.

8. Yapılan yorumlara cevap verin
Blog içeriğinize yapılan yorumlara tepkisiz kalmayın. Bu okuyucuların ilgisinin azalmasına neden olabilir. Onlara cevap yazın, e-posta yazın, hatta messenger ile sohbet edin, onlara sizin de yaşadığınızı gösterin :) Bu onların ilgisinin yoğunlaşmasını sağlayacaktır.

9. Gönderi zamanını iyi ayarlayın
Gönderilerinizi insanların, e-posta kutularını ve feed’lerini kontrol etmeye başladıkları sabah saatlerinde yayınlamaya çalışın. Akşam saatlerinde yayınlayacağınız gönderileriniz okurların feed araçlarında güncel feed’lerin altında kaybolabilirler. Eğer uluslar arası bir içerik sunacaksanız bu durumda yerel okur kitleniz yanında size okur trafiği kazandıran diğer ülkelerin saat farklarını da göz önünde bulundurun. Hafta sonlarını insanlar genellikle iş ortamından, bilgisayarlarından uzakta geçirmeyi tercih ettiklerinden gönderi yayınlamanız pek akıllıca olmayabilir. Özelikle yoğun ilgi toplayacağını düşündüğünüz gönderilerinizi hafta sonuna bırakmayın.

10. Kendi fikrinize sahip olun
Gönderilerinizi yuvarlak laflarla geçiştirmeyin. Her şeye olumlu yaklaşmak zorunda değilsiniz. Okurlar her zaman olayın iki farklı yönünü de görmek isterler. İçeriğinize kendi görüşlerinizi katın, bir duruşunuz olsun.

11. Blog yazmak e-posta yazmak değildir
Her gönderiniz “sevgili günlük” yazarak başlamayın. Aynı durum herkese merhaba, merhaba dünya gibi başlangıçlar için de geçerli. Her gönderinizin altına imzanızı da eklemenize gerek yok, nasılsa isminiz gönderi altında belirtiliyor.

12. Varsayımlarla hareket etmeyin
Okurlarınız da siz veya hazırladığınız içerik hakkında sizin gibi düşündüklerini varsaymayın. Herkes sürekli sizi izliyormuş gibi yazmayın. Her yazdığınızı herkes okumaz ve bu yüzden de geçmişte ne yazdığınızı (veya neler yaşadığınızı) bilemezler. Daha önceki gönderilerinizin devamı şeklinde bir gönderi hazırladıysanız öncekileri referans gösterin veya kısaca değinin. Gerekiyorsa, profil sayfanızı detaylandırın, kendinizden daha fazla bahsedin.

13. Fotoğraflar, çizimler, grafikler kullanın
Bazen bir fotoğraf binlerce kelimeye bedeldir. Eğer konuyu yazı ile açıklamaltansa bir fotoğraf ile daha iyi anlatabilcekseniz, fotoğrafı kullanın. Bu aynı zamanda blog’unuza renk de katar.

14. Gönderilerinize ara vermeyin
Haftanın bir gününde yedi gönderi yazmak yerine her gününde bir gönderi yazmak daha iyidir.

15. Meraklı olun
Eğer tam olarak kavrayamadığınız bir konu hakkında yazacaksanız, bunu belirtin. Bilmiş taklidi yaparak saçmalamak yerine sorarsanız birilerinin sizinle tecrübelerini paylaşmasını sağlayabilirsiniz.

16. Sabırlı olun
Bir çok blog etrafında oluşan izleyici kitlesi çok küçüktür, fakat zamanla ve düzenli güncellemelerinizle blog’unuz etrafındaki kalabalık artacaktır. Belki hiç bir zaman birkaç yüzle ifade edilebilecek okuyucu sayısını aşamayabilirsiniz ama unutmayın; eğer birileri blog’unuzu düzenli olarak ziyaret ediyorsa sizin ne söylediğinizle ve/veya nasıl söylediğinizle gerçekten ilgileniyordur.


* http://www.acemiblogcu.com/blogunuz-icin-icerik-hazirlama-ipuclari/

11 Ocak 2009 Pazar

FERRARİ UÇABİLECEK !



Otomobil devlerinden İtalyan Markası olan Ferrari iki yıl sonra modellerinin uçabileceğini bildirdi. Şimdiden merak konusu oldu..

Amerikan Moller International şirketi, 320 bin dolar değerindeki Ferrari 599 GTB'nin uçabilmesi için uğraş veriyor. 'Autovolantor' adı verilen araba, şimdiden zengin müşterilerini heyecanlandırıyor. 8 güçlü iticisi sayesinde dikey kalkış özelliğine sahip olacak olan araç, karada 160, havada ise 240 kilometre hızla ilerleyebilecek. Taşıdığı yakıtla 120 kilometre havada, 240 kilometre karada gidebilecek.


Aracın tasarımcısı Bruce Calkins, 800 beygir gücüne sahip Autovolantor'un iticilerinin çalışması için hibrid yakıt ve elektrik sistemi kullanılacağını söyledi. Calkins, "Ferrari 599 GTB, böyle bir proje için en uygun arabaydı. Otomobil 5 bin feet (1,5 kilometre) kadar yükselebilecek" dedi.


Otomobil tamamlandığında fiyatı 800 bin dolar civarında olacak.

10 Ocak 2009 Cumartesi

Bloğunuza anket eklemek istemez misiniz?

Arkadaşlar bloğumuzu takip edenlerin düşünceleri bizim için değer taşıyor. O zaman elimizden geldiğinde onların fikirlerini öğrenme çabası içerisinde olmalıyız. Bunun için en kolay yöntem bloğumuza anket koymak. Nasıl mı yapacağız? Bir kaç dakika içerisinde cevaplandırmaya hazır olacak endişelenmeyin:)

Blog sayfamızın 'özelleştir' seçeneğine tıklayalım. Karşımıza 'gadget ekle' seçeneği çıkacak. Bunu da tıklayalım. Açılan pencerede çeşitli gadget'lar çıkacak. Hepsi de faydalı eklentiler. Anket de bu eklentilerin içinde. Cevaplardan faydalanabileceğimiz soruyu da hazırladıktan sonra 'kaydet' diyelim. İşte hepsi bu kadar.




Kaliteli İletişim için 50 Altın Kural


İnsanlarla iletişim kurarken dikkat etmemiz gereken ilkeler:

1. Karşınızdakini dinlemesini bilin.
2. Sabırlı olun.
3. Esnek olun.
4. Sizi dinleyenlerin anlayacağı sözcükler seçin.
5. İnsanların gönlünü almaktan korkmayın.
6. Sinirlerinize hakim olun.
7. Şaka yapacağınız zaman iyi düşünün.
8. Sorulara karşılık verin.
9. Konunuzu iyi bilin
10. Düşünmeden konuşmayın.
11. Sürekli dert yanan biri olmayın.
12. Karşınızdakilerin tepkilerine dikkat edin.
13. Kaybetme ihtimalini de göz önünde bulundurun.
14. Gereksiz eleştirilerden kaçının.
15. Görüşlerinizi başkalarına zorla kabul ettirmeye çalışmayın.
16. Gürültü yapmayın ancak sesinizi duyurun.
17. Yüz ifadenizi kontrol edin.
18. Ayaklarınızı masaların üstüne koymayın.
19. Biri sizinle konuşurken işinizle meşgul olmayın.
20. Birisi konuşurken, önünüzdeki kağıtlara çiziktirmeyin.
21. Birisi konuşurken, başkalarıyla fısıldaşmayın.
22. Sözü başkalarının ağzından kapmayın.
23. Duman makinesi olmayın.
24. Yerinde, duramayan bir olmaktan kaçının.
25. Aynı sözcükleri dilinize dolamaktan vazgeçin.
26. İnsanlara ne yapacaklarını öğretmek merakından vazgeçin.
27. Çift anlamlı sözcüklerden kaçının.
28. Ne zaman susmak gerektiğini bilin.
29. Sözünüzü güçlü bir tonla bitirin.
30. Başkalarını kötülemeyin.
31. Öğütlediğiniz şeyleri kendiniz de uygulayın.
32. Yüksekten atmayın.
33. Herkesin işine burnunuzu sokmayın.
34. Size akıl danışılmadıkça öğüt vermeyin.
35. Olduğunuz gibi görünün.
36. Gereksiz yere zıtlık yaratmayın.
37. Adil davranın.
38. Böbürlenmeyin.
39. Başkalarının canını sıkacak esprilerden kaçının.
40. İnsanları terslemeyin.

Telefonla Görüşürken

41. Telefonda önce kendinizi tanıtın.
42. Ahizenin içine doğru konuşun.
43. Karşınızdakinin sözünü kesmeyin.
44. Arada bir şeyler söyleyerek dinlediğinizi belli edin.
45. Telefonda konuşurken bir şey yemeyin.


Mektup Yazarken

46. Gereksiz şeyler yazmaktan kaçının.
47. Yazdığınızı hiç değilse bir kez okuyun.
48. Ağdalı sözcükler kullanmayın.
49. Kötü haberleri yumuşak dille iletin.
50. Yazınızı, olumlu, gönül alıcı bir cümleyle tamamlaya çalışın



Mucitlik ve Sıradışı Düşünme


1'den 10'a kadar olan sayıları toplarsak sonuç ne çıkar? Biraz zihnî gayret sarfederek, çok da zor olmayan bu işlemin neticesini 55 olarak bulmak mümkündür. Peki 1'den 100'e kadar olan sayıları toplarsak? Aslında bu işlem de zor değildir, ancak daha fazla zihnî gayret gerektiriyor gibi gözükmektedir ve hata yapma ihtimali daha fazladır. Bununla birlikte, değişik bir metot kullanarak, daha kolay ve hatasız bir şekilde sonucu bulmak mümkündür. Şöyle ki: 1'den 100'e kadar olan sayıları aşağıdaki gibi sırayla yazdığımızı farzedelim:

1 2 3 .....98 99 100

Şimdi de bu sayıların altlarına sondan başa doğru giderek rakamları yazalım:

1 2 3 .....98 99 100

100 99 98..... 3 2 1

Herbir çifti topladığımızda sonucun 101 olduğunu görürüz, zira üstteki sayılar birer birer artarken alttakiler de birer birer azalmakta, böylelikle toplam değişmemektedir. O halde genel toplam 100x101'dir. Ancak bu toplam bizim ihtiyacımız olan sonucun iki katıdır, çünkü 1'den 100'e kadar olan sayılardan iki set kullanmıştık. Bu durumda 100x101'i 2'ye bölersek, netice 50x101, yani 5050 çıkar.

Benzer bir şekilde aynı sonucu bulmak da mümkündür. Bu rakamları yarıdan itibaren "katladığımızda" şöyle bir tablo ile karşılaşırız:

50 49 48...... 3 2 1

51 52 53 .....98 99 100

Netice yine 50x101, yani 5050'dir.

Sıradışı düşünme ve mûcitlik, herhangi bir işlemi gerçekleştirirken daha iyi yollar bulmaya yardımcı olur. Bu yüzden her sahada sıradışı düşünmesini becerebilen insanlara ihtiyaç vardır. Böyle bir meziyetin doğuştan geldiği doğrudur, ancak insanlara farklı düşünmenin yollarını öğreterek onların mûcitlik ruhlarını, kendi çaplarında kemale erdirmek de mümkündür. Herkes dâhî olamaz, ama herkes kendine göre orijinal fikirler öne sürebilir. Herkes şampiyon olamaz, fakat belli idmanlarla, belli bir sahada, eskisinden çok daha iyi performans gösterebilir.

1 Milyon Dolar Kazanmaya Ne Dersin ?


1 milyon dolar, yani bugün yaklaşık 1,5 milyon YTL (1,5 trilyon TL) kazanmak ister misiniz? Bunun için yapmanız gereken tek şey, belirlenmiş 7 sorudan birinin doğru cevabını vermeniz lazım. Defter, kitap serbest; süre sınırlaması da yok! Cevabı ilk veren siz olun da isterseniz aradan 100 yıl geçsin. Dikkatli olun, çünkü sözkonusu sorular, yeryüzünde henüz yanıtını kimsenin bilmediği ve uzun yıllar boyu çözülmeye ısrarla direnen cinsten sorular. Aynı zamanda, cevabı bulanın da yaşam standartlarını değiştirecek sorular bunlar. İlginç olansa başarıya ulaşan insanlar, özellikle de matematikçiler, bu paranın hayalini kurdukları için değil matematik yapmayı sevdikleri ve bu alanda başarı istedikleri için kolları sıvıyorlar. Para, bu başarının sonunda gelen bir ödülden başka birşey değil, onlar için.

Cambridge Massachusetts 'de kurulan Clay Matematik Enstitüsü, 24 Mayıs 2000'de çözülmekte inatçı, matematiğin farklı branşlarındaki 7 problemini Milenyum Problemleri olarak adlandırdığını ve her bir problemi ilk çözen kişiye 1'er milyon dolar vereceğini ilan etti. Bu soruları anlamak, bir parça matematik temeli gerektiriyor. Bu durum matematiğin, hızla büyümesinin ve lise eğitiminin onu yakalamaya yetmemesinin bir sonucu olabilir. Soruları anlamak için üniversitede matematik okumak şart değil elbette, sadece Fermat'ın son teoremini, Goldbach ya da ikiz asallar kestirimini anlamaktan daha fazla çaba sarfetmek lazım. Eğer Riemann Hipotezi, P, NP'ye karşı Hodge Kestirimi, Yang-mills Kuramı, Poincare Kestirimi, Navier Stokes denklemleri, Birch ve Swinnerton-Dyer Kestirimi başlıklı sorulardan birinin yanıtını bulduysanız bu organizsonu yapan Clay Matematik Enstitüsü'ne yollamadan önce uluslarası kabul gören hakemli bir dergide yayınlamanız gerekiyor. Daha ayrıntılı bilgi için www.claymath.org

*Clay Enstitüsü'nün belirlemiş olduğu bu 7 problemin 1 tanesi, Pointcaré Kestirimi 2006'da resmi olarak teoren-m haline geldi. Petersburg'daki Steklov Enstitüsü matematikçilerinden Grişa Perelman'ın 2002'de yayınladığı ispatın doğru olduğu resmen 2006 Dünya Matematikçiler Birliği'nin Madrid'teki kongresinde açıklandı. Diğer taraftan, Navier-Stokes Denklemleri'nin de 2006 içinde çözüldüğü duruldu. Ancak değerlendirmeler devam ediyor. Şu an için 1000 yılın promlemlerinden çözüm bekleyenlerin sayısı 5 taneye düşmüş gözüküyor.

Güle Güle Klavye


Bilgisayarda klavyeye güle güle demenin zamanı geldi sanırım. Apple Macbook firmasının üretmiş olduğu bilgisayar klavyesiz.

Apple Macbook, klasik klavyeyi dokunmatik mouse işlevi gören click wheel ile değiştirmiş. Apple ipodlarda uyguladığı click wheel özelliğini laptop'a taşıyıp geliştirmiş.

Kullanımı oldukça zor görülen, "artık klavye kullanmadan nasıl yazı yazacağız" sorularını akla getiren bu laptop'la teknolojide atılan adım klavyeyi unutturacağa benziyor.

9 Ocak 2009 Cuma

Yüreğine iğne saplanan kadınlar..

Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya... En az erkekler kadar yani!

Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir. Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe!



İşte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır.
Gözleri buğulanır kadının sonra. Ağlamayacağım, der içinden. Ama engel olamaz işte...

Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır... Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın...

İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli... Ve kadın ağlar; hem de çok!

Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır. O yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa
bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar.

Ama bilir misiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla, daha çok kadın yapar kadınları. Her damla bir derstir çünkü.

Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler. Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler. İçlerindeki zehirdir onları öldüren!

Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki! Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları.
Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar.

Zaman geçer sonra. Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini. Sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir. Bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı...

Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında...

Her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları ASK gerçeği onların gözünde küçülür.. Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden.
Güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan...

İnsanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar...

Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar...

Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların. Eee o zaman niye sarılsınlar ki? Niye sarılalım ki?
Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur.
Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır. Bilin ki, artık aşkın
olmadığına inanmıştır. Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır.

O da kim, ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü!

Ünlü bir blogcu nasıl olunur?


Oturup onlarca makale okumanın, saatlerce düşünmenin ne manası var ama di mi :)
Sözüm size sayın Bager Hocam (:

Gazzeli annenin acısı...

Son günlerde televizyonu açtığımızda karşımıza çıkan ilk haberlerden biri Gazze.. Yaşlı, bebek demeden insanlar vahşice katlediliyor. Hayalleri, umutları ya da yalvarışları hiçe sayılarak. İnsanın kendisini ve dünyayı sorgulamasını gerektiren bu katliam yaşanırken onların yaşadığı çaresizliğini en iyi belki de bu mektup anlatabilir.

“Yarının daha iyi olacağına ve yarın daha güvende olacaklarına dair çocuklarıma hiçbir güvence veremiyorum. Onlar da zaten tüm bunların ne zaman biteceğini, normal hayatlarına ne zaman dönebileceklerini sormaktan vazgeçtiler.

Ne ben ne de çocuklarım İsrail savaş makinelerinin hiç dinmeyen bombalama seslerine tahammül edemiyoruz. Tam vurmadan önce, füzelerin çıkarttığı ıslık seslerinin ne kadar korkutucu olduğunu tahmin edemezsiniz. Her saldırıda, ‘İşte bu sefer hedef benim’ diye düşünüyorsunuz ve bombalar isabet etmeden önce saniyeleri sayıyorsunuz.

Savaş gerçekten de çok zalim ve biz, Filistinli mülteciler, savaşın zulümüne defalarca tanık olduk. Ama bu seferki savaş hepsinden daha zalim. Merhamet diye bir şey kalmamış; çocuk, yaşlı bir adam ya da anne karnında doğmamış bir bebek arasında fark gözetilmiyor. İsrail’e göre hepsi suçlu ve hepsi ölmeyi hak ediyor.

Bitmesini ümit etmeyi bıraktım. Hayat sadece bizim için değil, çocuklarımız için de anlamını yitirdi. Ölüler listesine, bir sayı, sadece bir sayı olarak eklenmeyi beklemekten başka bir şey yapamıyoruz.

Tek dileğimizse ailecek, bir arada ölmek... Böylelikle hiçbirimiz diğerini kaybetmenin acısını yaşamak zorunda kalmayız.”

Necva Şeyh
6 Ocak 2009
Nuseyrat Mülteci Kampı, Gazze Şeridi




Gazze'de katliam var / Slaughter in Gaza from YalcinHoca on Vimeo.